Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslâm

Giriş

Giriş

Özellikle II.Vatikan Konsili (1962-1965) sonrası başta Vatikan, Amerika’daki ve Avrupa’daki Protestan, Evangelik ve Ortodoks kiliselerinin “Dünya Barışı” amaçlı ve bu arada Amerikan stratejistlerinden S.Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” ve F.Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” gibi iddiasına da bir cevap gerekçesiyle1, başlattıkları dinlerarası diyalog faaliyetleri İslâm dünyasında da fazlasıyla yankı bulmuştur. İslâm dünyasındaki bazı dini ve akademik resmi kurumlar, vakıflar, dini cemaatler ve tarikatlar, sivil toplum örgütleri, kişisel temsilli din adamları, akademisyenler ve siyasîler diyalog faaliyetlerine katılmışlardır.

Burada dinlerarası diyalog faaliyetlerine katılan ve bunları yürüten Türkiye’deki dini cemaatlerin, resmi kurumların, sivil toplum örgütlerinin ve kişisel temsilli katılımcıların diyalog sürecinde İslâm adına yaptıkları yorumlarını ve beyanlarını, genel bir isimlendirmeyle “Hıristiyanlaştırılan İslâm” dememek için “Başkalaştırılan İslam” adıyla tanıtmaya çalışacağız. Türkiye’de oluşmaya başlayan bu dinlerarası diyalogçu İslâm anlayışı, gerçekten sadece her hangi bir Müslümanın veya bir mezhebin İslâm anlayışına ters değil, bugün bizzat doğrudan İslâm’ın temel kaynağı olan Kur’an’a ve Sünnet’e aykırı duruma gelmiştir.

Her vesileyle Hıristiyan dinlerarası diyalogçular şöyle derler: Diyalog, dinlerin kitapları, peygamberleri, iman ve inançları üzerinden yapılmamalıdır. İnsanlığın manevî ve ahlâkî değerlerini korumak artan seküler ve ateist anlayışlara karşı ortak tavır almak, dinler yüzünden insanlar arasında kavgaların çıkmasını önlemek ve böylece de nihayi olmak insanlığın mutluluğu ve barışı için yapılmalıdır. Ve ilave ederler: Dinlerarası diyalog bir tarafın dinini diğer tarafa kabul ettirmek değildir.

Dinlerarası diyaloğun bu amaç ve gerekçelerini, Türkiye’deki ve diğer İslâm dünyasındaki Müslüman diyalogçu kişiler ve çevreler de aynen tekrarlarlar.

Şimdi hem Hıristiyan taraftan hem de Müslüman taraftan diyaloğun aynı tondaki tanımını görme bakımından iki alıntı yapalım:

Lynn de Silva: “Diyalog hiçbir şekilde kişinin kendi inancına bağlılığına ve sadakatine zarar vermez. Aksine o kişinin kendi inancına bağlılığını geliştirir ve pekiştirir. Diyalog, dinlerin birleştirilmesine yönelik bir hareket olmayıp aksine ona karşı bir kalkandır. Çünkü diyalog sürecinde katılımcılar birbirlerini daha yakından tanıyarak birbirlerinin dinsel gelenekleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olurlar. Diyalog kişilere manevi bir yaşam için daha geniş bir perspektif sunarak onları tek düzelikten kurtaran yaratıcı bir karşılıklı etkileşimdir. Diyalog bir tarafın diğer taraf hakkındaki olumsuz tutumunu ortadan kaldırmak için son derece gerekli bir eylemdir.”2

D.Aydüz: “O halde diyalog her şeyden önce; içerde diyalog ve dinlerarası, kültürlerarası diyalog, insanlara, kültürlere, dinlere kendi kendilerini tanımlama, kendi kendilerini tanıtma ve kendi kendilerini bildirme anlamına geliyor ve bu yönüyle de iyidir, kesinlikle teşvik edilmelidir…. Dinlerarası diyalog; dinleri birleştirme veya bir potada eritip ‘yeni bir din’ üretme teşebbüsü değildir. Dinlerarası diyalog; tüm farklılıkları koruyarak herhangi bir zorlamaya girmeden hoşgörü ve anlayış içinde ortak meseleleri konuşma, müzakere etme ve işbirliği yolları arama gayretidir.”3

Dinlerarası diyalog amacı tanımlandığı gibi ise, Müslüman diyalogçular niçin İslâm’ı, aşağıda vereceğimiz örneklerde olduğu gibi ters-yüz ederek diğer din mensuplarına tanıtıyorlar?

Dinlerarası diyologçuların diyalog için biçtikleri ulvî gaye, tanışma, dinleri tanıtma ve dünya barışını tesisi vs. vs…. Çok güzel.

Bu ulvî gayeye, ister bir dinin mensubu olsun, ister ateist olsun kim karşı çıkabilir ki! Karşı çıkmak şöyle dursun destekler. İşte bu nedenle Vatikan’ın Türkiye İlahiyat Fakülteleri çevreleriyle yaptığı ilk diyalog toplumlarına ben de katılmıştım.

Hatta Müslümanlar olarak bizim de bir katkımız olsun diye İslamî Araştırmalar Dergisi’nin desteğiyle Ankara’da 1994 yılında bir dinlerarası diyalog toplantısı da ben tertip etmek istedim. Toplantının düzenlemesiyle ilgili son aşamaya geldiğimiz günlerde Fakülte’ye Vatikan’dan Christian Troll geldi. O’na toplantının programını gösterdim. Troll böyle bir diyalog toplantısının olamayacağını söyledi. Bunun yerine siz Türkiye’deki Hıristiyanları toplayın onlar size kendilerini anlatsınlar dedi.

Ben de bu diyalog olmaz, monolog olur şeklinde bir cevap verdim.

İtiraz ettiği programımız kısaca şöyleydi:

1. Kur’an – İncil
2. Hz.Muhammed – Hz. İsa
3. Müslüman – Hıristiyan
4. Bugünkü İslam ve Hıristiyan Dünyası.

Gerek Türkiye’den ve gerekse Avrupa ve Amerika’dan çeşitli Hıristiyan kuruluşları ve temsilcileri toplantıya katılacaklarını bilmişlerdi. İstanbul’daki American Board hariç, Troll ile görüşmemizden hem sonraki hafta içinde Hıristiyan kuruluşlardan gelecek katılımcılar özür beyan ederek toplantıya katılamayacaklarını bildirdiler.

Troll, böyle konuların Ortaçağ’daki tartışmaları gündeme getireceği, dilayog yerine kargaşa çıkacağı gerekçesiyle itiraz etmişti. Ben de kendisine, Hıristiyan konularını Hıristiyanların ve İslâmî konuların da Müslümanların işlemelerini istediğimizden, toplantının akademik nitelikli olacağından, düşündüğünüz kargaşa ve nizanın olmayacağını ifade ettim. Fakat neticede toplantıyı iptal etmek zorunda kaldık.

Bu olay ve aşağıda anlatacağım daha önceki başka bir olay bende diyaloğun amacı hakkında şüphe ve tereddüt uyandırdı.

1989 yılında Roma’da katıldığım bir diyalog toplantısından sonra toplantıyı tanıtıcı kısa bir makale yazmıştım. Makalede diyalog yapan ve yapacak Müslümanların Hıristiyanlığı iyi bilmeleri hususuna işaret ettim. Bunun bir misyonerlik hareketine dönüşmemesi için Avrupa’daki ve Türkiye’deki özellikle gençlerimize hem İslâm’ı, hem de Hıristiyanlığı iyi tanıtmamız gerektiğini vurgulamıştım.

Makalenin yayımından yaklaşık iki hafta sonra o zaman A.Ü.Rektörü olan Necdet Serin telefonla beni arayarak görüşmek istediğini belirtti. Makamına gittiğimde Rektör: Sabahtan Vatikan Büyükelçisi Sergio Sebastian Bey beni telefonla aradı. Bir makale yazdığını ve diyalogun ruhuna aykırı şeyler söylediğini bildirdi, dedi.

Bir makale yazdım. Ancak diyalogla ilgili olumsuz bir şey yazmadım dedim. İstersen Sebastian Bey ile bir görüş dedi. Görüştüm ve ona bu makalede diyalog ruhuna aykırı ne bulduğunu sordum.

Bu olaylar kuşkularımı artırınca, II. Vatikan Konsili’nin dinlerarası diyalog ile ilgili kararlarını ve dökümanlarını okumaya karar verdim. Diyalog için sıkça atıfta bulunulan Lumen Gentium ile Nostra Aetate (Kilisenin Hıristiyan olmayan dinlerle ilişkisi hakkında Konsil deglerasyonu) kararlar dışında, Ad Gentes (Kilisenin misyonerlik hakkındaki Konsil kararı) ve Unitatis Redintegratio (Ekümeniklik hakkında Konsil Kararı) gibi diğer iki kararda da dinlerarası diyaloga ait bilgiler buldum. Örneğin Ad Gentes’in ikinci bölümünde diyalogun misyonerlik olduğu açıkça belirtiliyor. Kararı özetleyen iki Cizvit papaz J. Neuner ve J. Dupuis şöyle diyorlar: “İkinci bölüm misyonerlik çalışmasıyla ilgilidir. (10-18. cümleler) Bir yandan diyalog (11) ve yardım (charity) sunumu vasıtasıyla (12), diğer yandan da İncil’i vaaz etme aracılığıyla Tanrı’nın halkını bir araya getiren incilleştirmeyi (13-14) Hıristiyan şehadeti ile sentezlemeyi amaçlamaktır. Zaten misyonerlik vasıtası olan birincisi (diyalog), ikincisine (İncilleştirmeye) götürür.”4

Bu kısa giriş cümlelerinden sonra, esas konumuza girmek için, 1986 yılından bugüne yaklaşık 21 yıldır doğrudan veya dolaylı bir şekilde diyalog yapan Türk taraftarların bilerek veya bilmeyerek misyonerliğin amacına hizmet ettiklerini söyleyelim ve bunun kanıtlarını çeşitli kesimlerin ve kişilerin diyalog adına söylediklerinden ve yaptıklarından örneklerle ortaya koymaya çalışalım.

You may also like...

Bir yanıt yazın