Zeitgeist Addendum
Ekonomik Suikastçi
İçindekiler
II. Bölüm
Ekonomik Suikastçi
-Bir ulusu fethetmenin ve köleleştirmenin 2 yolu vardır. Birisi kılıçla, diğeri borçla. (John Adams – 1735-1826)
John Perkins anlatıyor:
-Biz, ekonomik suikastçiler, küresel imparatorluğun yaratılmasında gerçekten sorumlu olanlarız ve birçok farklı şekilde çalışırız. Belki de en sık kullanılanı, öncelikle şirketlerimize uygun kaynakları olan ülkeleri bulur ve gözümüzü üstlerine dikeriz, petrol gibi. Ardından Dünya Bankası veya onun kardeşi başka bir organizasyondan o ülkeye büyük bir kredi ayarlarız, fakat para asla gerçekte o ülkeye gitmez. Ülke yerine o ülkede projeler yapan şirketlerimize gider. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar… Bu şekilde ABD şirketlerine ilaveten, az gelişmiş ülkedeki birkaç zengin insan da güzel para kazanır Ancak bunlar halkın yararına falan değildir, onlar bir fayda sağlamaz ancak bütün ülke bu borcun altına sokulur. Bu borç ödenemeyecek kadar büyüktür ve bu da planın bir parçasıdır… Geri ödeyemezler. Ardından, biz ekonomik suikastçiler gidip onlara deriz:
“Dinleyin, bize bir sürü borcunuz var. Borcu ödeyemiyorsunuz.”
“O zaman petrolünüzü petrol şirketlerimiz için oldukça ucuza satın.”
“Ülkenizde askeri üs kurmamıza izin verin veya askerlerimizi desteklemek için dünyanın bir yerine asker gönderin -Irak gibi- veya
“bir dahaki BM seçiminde bizimle oy verin”
-Elektrik şirketlerini özelleştiririz. Sularını ve kanalizasyon sistemlerini özelleştiririz ve ABD şirketleri veya diğer çok uluslu şirketlere satarız. Bu, mantar gibi biten bir şey ve çok tipik, IMF ve Dünya Bankası bu şekilde çalışır. Ülkeyi borca sokarlar ve bu öyle büyük bir borçtur ki ödenemez. Ardından yeniden borç teklif edersiniz ve daha fazla faiz öderler. Artık borç vermek için yeni isteklerde bulunabilirsiniz “bazı koşullar” öne sürer, “iyi yönetim” talep edersiniz (tanıdık geldi mi?) Aslında bu onların kaynaklarını satmalarını sağlar. Buna sosyal hizmetleri, teknik şirketleri, bazen eğitim sistemleri de dahildir. Adli sistemlerini, sigorta sistemlerini yabancı şirketlere satarız. Bu, ikili – üçlü – dörtlü bir darbedir!
İRAN 1953
-Ekonomik suikastçilere teamül 50’li yılların başlarında başladı. İran’da Musaddık demokrasiyle seçildiğinde, Orta Doğu’da ve tüm dünyada, demokrasi için bir ümit olarak görülmüştü. Time Dergisi’nde yılın adamıydı. Fakat düşüncelerinden ve uygulamaya başladığı fikirlerden birisi… Yabancı petrol şirketlerinin İranlılara petrol için bir sürü para ödemesiydi ve İranlılar kendi petrollerinden kar sağlayacaklardı. İlginç politika. Tabi ki biz bunu beğenmedik. Fakat normalde yaptığımız asker gönderme işinden korkuyorduk. Asker yerine CIA ajanı Kermit Roosvelt’i, Teddy Roosvelt’in akrabasını yolladık. Kermit birkaç milyon dolarla gitti, çok ama çok etkili ve becerikliydi, kısa bir süre sonra, Musaddık’ı devirdi. Iran Şahı’nı onunla değiştirdi. Şah her zaman petrol konusunda olumluydu ve bizim için çok verimliydi “İnsanlar Tahran’a yürüyorlardı. Subaylar, Musaddık’ın teslim olduğunu ve diktatörlük rejiminin sona erdiğini bağırıyordu. Şah’ın resimleri sokaklarda gezdirilerek duygular tersine çevirildi. Şah, evinde hoş karşılandı.” Washington’daki insanlar olanlara bakıp: “Vay! Ne kadar da kolay ve ucuz oldu” dediler. Böylece imparatorluk kurup ülkeleri yönlendirmek için bir sürü yeni yol bulundu. Bu işi yapan ajan Roosvelt’in tek problemi CIA kimliği taşımasıydı… eğer yakalanırsa, sonuçları çok ciddi olabilirdi. Hemen bir çözüm düşünüldü, artık özel danışmanlar parayı Dünya Bankası, IMF veya benzer diğer ajanslara kanalize edecek, onlar da benim gibi çalışan özel şirket çalışanlarını devreye sokacaktı. Böylece eğer yakalanırsak ortada hükümetle bağlantımız olmayacaktı.
GUATEMELA 1954
-Arbenz başkan olduğunca, Guatemela United Fruit Şirketi ve büyük uluslararası şirketlerin elindeydi. Arbenz geldi ve “Biz topraklarımızı insanlarımıza geri vermek istiyoruz.” İş başına geldiğinde tam da bunu yapmaya başladı, toprakları insanlara verdi. Elbette United Fruit bundan hiç hoşlanmadı, bir halkla ilişkiler firması kiraladılar ve ABD’de büyük bir kampanya başlattılar. ABD insanını, ABD halkını, ABD basınını ve ABD meclisini ikna etmek için. Böylece, Arbenz’in bir Sovyet kuklası olduğuna ikna ettiler. Bu yüzden de güçlü kalmasına izin verdik, Sovyetler bu yarı kürede güçlendiler. O noktada zamanla herkesin kafasında kırmızı terör, komünist terörün büyük korkusu yerleşti. Kısa kesmek gerekirse, bu kamusal ilişkiler kampanyası, CIA ve Asker üzerine bu adamın devrilmesi gerekliliği görevini yükledi. Ve yaptık. Uçaklar yolladık, askerler yolladık, çakallar yolladık, her şeyi onu devirmek için gönderdik ve devirdik. Görevinden ayrılır ayrılmaz, yeni gelen, her şeyi uluslararası şirketlere göre eski haline getirdi. United Fruit da bunların arasındaydı.
EKVADOR 1981
-Ekvador uzun yıllar ABD’nin kuklası diktatörler tarafından yönetildi. Sık sık da vahşice. Ardından, demokratik bir seçim yapmaya karar verdiler. Jaime Roldos kazandı ve temel amacı, bir başkanın olması gerektiği gibi, Ekvator’un kaynaklarının, insanlarına yardım için kullanılacağına emin olmak istiyordu. Çok ezici bir üstünlükle kazandı. Ekvator’da daha önce kimsenin alamadığı kadar çok oyla kazandı. Ve politikalarını uygulamaya başladı. Petrolden gelen karın insanlarına yardım için gideceğinden emin olmak. Biz ABD’de bunu beğenmedik. Roldos’u değiştirmek için bir sürü ekonomik suikastçilerden biri olarak ben gönderildim. Rüşvet vermek, farkına varmasını sağlamak, anlıyorsunuz. “Tamam, bildiğiniz gibi, çok zengin olabilirsiniz, siz ve aileniz, eğer bizim kuralımıza göre oynarsanız” “Fakat bu söz verdiğiniz politikayı sürdürmeye devam ederseniz, gidersiniz.” Dinlemedi…. Suikaste uğradı… Uçağı düşer düşmez bölge kordona alınmıştı. İzin verilen insanlar sadece yakındaki ABD birliğindeki askerlerdi ve bazı Ekvator askerleri. Soruşturma açıldığında, görgü tanıklarından ikisi araba kazasında ölmüştü. İfade verme şansları olmadan. Bir sürü garip şey etrafta olup bitti. Jaime Roldos’un suikasti. Bu davaya gerçekten bakan bir çok insanın, bunun bir suikast olduğundan hiç şüphe duymayacağından eminim. Tabi ki benim pozisyonumda bir ekonomik suikastçi olarak, Jaime’e bir şeyler olacağını daima biliyordum. Darbe veya suikast, emin değildim, fakat devrileceğini biliyordum, çünkü yozlaştırılamamıştı. Buna asla izin vermiyordu.
PANAMA 1981
-Omar Torrijos, Panama başkanıydı, Benim favorilerimdendi. Onu gerçekten çok beğeniyordum. Çok karizmatikti. Ülkesine gerçekten faydalı olmak istiyordu. onu yemlemeye ya da rüşvet vermeye çalıştığımda bana dedi ki: ” Bak John, – bana Juanito derdi – Dedi ki: “Bak Juanito, benim paraya ihtiyacım yok. İstediğim şey ülkem için, adilane ve kurallara uygun davranılması. ABD’ye, halkımı borçlandırarak yaptığı bu yıkımdan kurtarıp borçları geri ödemesi için ihtiyacım var. Diğer Latin Amerika ülkelerine yardım edebileceğim bir yerde olmaya ihtiyacım var; Özgürlüklerini kazanmaları ve kuzeyden gelen, korkunç varlıktan kurtulmaları için. Sizler bizleri kötü bir şeklide kullanıyorsunuz. Panama Kanalını Panamalı insanların ellerine geri vermem lazım. Benim istediğim budur. Beni yanlız bırak, biliyorsun, bana rüşvet vermeye çalışma. 1981’di ve Mayıs’ta, Jaime Roldos suikaste uğradı. ve Omar bunun farkındaydı. Torrijos, ailesini yanına aldı ve dedi ki: Muhtemelen sıradaki benim ama önemli değil, çünkü ben yapmak için geldiğim şeyi yaptım. Kanalı geri aldım. Kanal bizim elimizde olacak, Jimmy Carter’la görüşmeleri henüz bitirdik. Aynı yıl Haziran’da, sadece birkaç ay sonra, bir uçak kazasında öldü. CIA sponsorluğundaki çakallar tarafından yapıldığına hiç şüphe yoktu. Kanıtların çok büyük bir çoğunluğu, Torijjos’nun korumalarından birinin son anda tam uçağa binerken, bir kasetçalar verdiğini gösteriyordu. Küçük ama içinde bomba olan bir kasetçalar.
VENEZUELA 2002
-Bana göre ilginç olan, bu sistemin nasıl tamamen aynı şekilde işlediği. Yıllardır, ekonomik suikastçilerin sürekli daha iyiye gitmelerinden başka. Bu aralarda Venezüella’da olanın üstesinden geldik. 1998’de, Hugo Chavez başkan seçildi. Kendinden önceki bir sürü yoz başkanı takiben, ülkenin ekonomisi mahvoldu ve battı. Ve Chavez bu olanların ortasında seçildi. Chavez, ABD’ye karşı ayaklandı. Bunu Venezüella petrolünün Venezüella insanı için, kullanılmasını talep ederek yaptı. Tabi ki, ABD’de biz bunu beğenmedik. 2002’de, CIA destekli olduğu, diğer birçok insanın da kafasında olduğu gibi, benim kafamda da hiç şüphe bırakmayan bir hükümet darbesi oldu. İnsanları darbeye kışkırtma yolu, Kermit Roosvelt’in İran’da yaptığına çok benzerdi. İnsanlara sokaklara çıkmaları için para ödendi. İsyan için, protesto için, Chavez’in istenmediğini söylemeleri için. Eğer bunu yapmaları için birkaç bin insanı toplarsanız, televizyon bunu bütün ülkeye duyurur ve, olaylar mantar gibi yayılmaya başlar. Chavez’in olayında faklı olan, yeteri kadar zekiydi ve insanlar arkasında sağlam duruyorlardı. Bu şeklide üstesinden geldiler. Bu olay Latin Amerika tarihinde olağanüstü şaşılacak bir andır.
IRAK 2003
-Irak, aslında bu yolun mükemmel bir örneği. Bütün sistem çalışıyor. Biz, ekonomik suikastçiler ilk sıra defansız. İçeri gireriz ve hükümeti satın almaya çalışırız. Sonrasında onları kullanmamızı sağlayacak, büyük borçlar almaya ikna ederiz. Başaramazsak, benim Omar Torrijos ile Panama’da ve Ekvator’da Jaime Roldos’la başaramadığım gibi, satın alınmayı reddeden adamlar, o zaman ikinci sıra defans olarak çakalları yollarız. Çakallar hükümeti devirirler veya suikast düzenlerler. Başarıldığında ve yeni hükümet geldiğinde, işler son derece basitleşir. Çünkü yeni gelen başkan eğer istenilenleri yapmazsa başına ne geleceğini bilir. Irak’ta bunların ikisi de çuvalladı. Ekonomik suikastçiler Saddam Hüseyin’e ulaşmayı başaramadılar. Onun da Suudiler’in kabul ettiğininkine çok benzer bir anlaşmayı kabul etmesi için çok uğraştık. Ama kabul etmedi ve çakallar onu almak için gittiler. Yapamadılar. Çok iyi korunuyordu. Bir keresinde CIA için çalışmıştı, eski Irak başkanına suikast düzenlemesi için kiralanmıştı ve çuvalladı. Fakat sistemi biliyordu. 91’de, askerleri gönderdik ve Irak ordusunu devirdik. O noktada sandık ki, Saddam Hüseyin ortaya çıkacak. O anda onu tabi ki alabilirdik, ama bunu istemiyorduk. Sevdiğimiz güçlü adamların özelliğindeydi. İnsanlarını kontrol edebiliyordu. Kürtleri kontrol edebileceğini düşündük, İranlıları sınırlarında tuttuk ve bize petrol pompalamalarını devam ettirdik. Fakat, ardından orduyu oradan çektiğimizde tekrar dirildi. Böylece ekonomik suikastçiler, 90’larda başarısız olarak geri döndüler. Eğer başarmış olsalardı, hala ülkesini yönetiyor olacaktı. Bizde ona istediği savaş uçaklarını satıyor olacaktık. Ama başaramadılar. Çakallar onu deviremedi, bir kez daha askerleri yolladık ve bu sefer işi tamamladık. Onu devirdik. İlerleyen süre içinde kendimize çok ama çok karlı bir imar anlaşması yaptık. Yıktığımız ülkeyi baştan inşa etmek. Bu, eğer büyük inşaat şirketleriniz varsa, çok iyi bir anlaşmadır. Böylece Irak 3 aşama gösterdi. Ekonomik suikastçiler başarısız oldu. Çakallar çuvalladı. Ve finalde asker girdi.
-Bu yolla gerçek bir imparatorluk yarattık. Bunu çok ama çok kurnazca yaptık. Gizli kapaklıydı. Geçmişteki bütün imparatorluklar ordu üzerine kurulmuştu. Herkes böyle olduğunu biliyordu. İngilizler kurulurken bunu biliyorlardı, Fransızlar, Almanlar, Romalılar, Yunanlılar… ve bununla gurur duyuyorlardı. Her zaman bazı mazeretleri vardı. Uygarlığı yaymak, dini yaymak ve bunlar gibi, fakat bunu bilerek yapıyorlardı. Biz ise bilmeden. ABD’deki insanların çoğunluğunun, gizli kapaklı bir imparatorluğun faydalarıyla yaşadığı konusunda en ufak bir fikri bile yoktur. Dünyada bugün, daha önce olduğundan çok daha fazla kölelik söz konusu. O zaman kendi kendinize sormalısınız; Peki, eğer bu bir imparatorluksa imparator kim? Belli ki ABD başkanlarımız imparator değiller. Bir imparator seçilmemiştir ve sınırlı bir süre için hizmet etmez ve kimseye hesap vermek zorunda değildir. Bu nedenle başkanlarımızı böyle sınıflandıramazsınız. Fakat elimizde benim imparatora eşit olduğunu düşündüğüm ve “Şirketokrasi” olarak adlandırdığım düzen var. Şirketokrasi, bizim büyük şirketlerimizi yöneten kişilerden oluşan bir gruptur. Bu imparatorluğun imparatoru gibi davranırlar. Medyamızı kontrol ederler, mülkiyet edinmeyi veya reklamcılığı da. Politikacılarımızın çoğunu kontrol ederler, çünkü onların seçim kampanyalarını desteklerler. Gerek, doğrudan şirketleri, gerek, şirketlerin dışından gelen kişisel girişimlerle. Seçilmemişlerdir, sınırlı bir süre için hizmet etmezler, kimseye hesap vermezler ve Şirketokrasi’nin en tepesini gerçekten anlatamazsınız. Özel bir şirket için çalışan biri mi, yoksa hükümet mi, çünkü onlar daima ileri geri hareket ederler. Bir bakarsınız Haliburton gibi büyük bir inşaat şirketinin başkanı olan biri var ve bir sonraki sefer ABD başkan yardımcısı. Veya petrol işinin içinde olan bir başkan.
-Sizin Beyaz Saray’a demokratları mı cumhuriyetçileri mi aldığınızın önemi yoktur. Bu hareket döner kapının etrafında olmak gibidir ve hükümetimiz çoğu zaman görünmezdir. Politikaları bir seviyeden bir diğerine, şirketler tarafından yürütülür. Hükümetin politikaları basitçe, Şirketokrasi tarafından üretilir ve ardından hükümete sunulur. Ardından hükümet politikası haline gelirler. Burada inanılmaz örtülenmiş bir ilişki vardır. Bu komplo teorisi değil, olan şeydir. Bu insanlar bir araya gelmek zorunda değildir. Onların hepsi, temelde başlıca bir görev altında çalışırlar; o da karlarını daha fazla arttırmaktır. Sosyal ve çevresel sonuçları ne olursa olsun.
Küreselleşme
“Şirketokrasi” tarafından kullanılan borç, rüşvet ve hükümeti devirme gibi enstrümanlara, “Küreselleşme” denir. Federal Rezerv’in Amerikan halkını resmi senetlerle, borçlarla, enflasyonla ve faizle belirli pozisyonda tutması gibi, Dünya Bankası ve IMF bu rolü küresel ölçekte üstlenir. Temeli çok basittir: Bir ülkeyi borca sokun ve parçalayın veya liderine rüşvet verin. Sonrada kendi şartlarınızı veya politikalarınızı empoze edin. Bu sıklıkla şuna bağlıdır: Parada değer düşürme (kur ayarlaması,devalüasyon). Tedavüldeki paranın değeri düştüğünde, onunla değerlenen her şeyin değeri de düşer. Yerel kaynakların, değerinin çok çok azına, sömürücü ülkeler için uygun hale gelmesini sağlar. Sosyal programlar için büyük parasal kaynak kesintileri, bu genellikle eğitim ve sağlığı da kapsar, uyumlu ve birbirine bağlı toplumu çökerterek, sömürüye hazır hale getirir. Devlete ait yatırımların özelleştirilmesi, bu sosyal olarak önemli sistemlerin satın alınabilmesi ve yabancı şirketlerin çıkarlarına göre ayarlanması anlamına gelmektedir. Örneğin 1999’da, Dünya Bankası, Bolivya hükümetine üçüncü büyük şehrinin genel su sistemini “Bechtel” adlı ABD şirketine satması için ısrar etti. Bunun hemen ardından zaten fakirleşmiş olan halkın su faturaları patladı. Bu Bechtel sözleşmesi iptal edilene kadar, isyan bütün topluma yayıldı.
Ticaret liberalleştirilir veya ekonomi yabancıların ticaretiyle ilgili tüm kısıtlamalar kaldırılarak açık hale getirilir. Bu bir seri yolsuz ekonomik alametlere izin verir. Uluslararası şirketlerin, yerli ekonomiyi mahvedecek ve üretimi azaltacak şekilde, kendi seri üretim mallarını getirmeleri gibi. Jamaika bir örnektir, Dünya Bankası’nın kredilerini ve şartlarını kabul ettiğinden bu yana, batılı ithalatçılarla rekabetten dolayı sahip olduğu en büyük getirisi olan marketlerini kaybetti. Bugün sayısız çiftçi işsiz kaldı ve onlar, büyük şirketlerle yarışamazlar. Bir diğer varyasyonsa bir sürü kayıt dışı, düzenli olmayan, insanlık dışı, zorla yaratılmış, ekonomik zorlukların avantajını kullanabilecek az maaş verilip çok çalıştırılan fabrikalar yapmaktır. Fabrikaların hükümet denetimine tabi olmamasının bir sonucu olarak, çevresel yıkım kaçınılmazdır. Aç gözlü şirketler, bir ülkenin kaynaklarını sömürürken, kasıtlı olarak, büyük boyutlarda çevre kirlenmesine sebep olurlar.
-Dünya tarihindeki en büyük çevresel suç, bugün 30.000 Ekvatorlu ve Amazonlu’ya karşı, Texaco tarafından işleniyor. Chevron’a ait olan fakat Texaco tarafından yürütülen aktivitelerde, Exxo Valdez’in Alaska sahiline döktüğü pislikten 18 kat fazla pislik hesapladılar. Ekvator’daki dava bir kaza değildi. Petrol şirketleri bunu bile bile yaptı; bunu para kazanmak için yapıyorlardı. (John Perkins)
Bunun yanı sıra, Dünya Bankası’nın performans kaydına şöyle bir göz atacak olursak, bu kurumun fakir ülkeleri kalkındırmak ve yoksulluğu azaltmak adına hiçbir şey yapmadığı, ama yoksulluk ve para açığının giderek arttığı görülür… Şirketlerin karları zirve yaparken…
1960’da en zengin ve en fakir beş ülkenin aralarındaki gelir oranı 30’a 1’di. 1998’de bu oran 74’e 1’dir. Küresel GSMH, 1970 ve 1985 arasında %40 arttı ve bu arada yoksulluk da %17 arttı. 1985’ten 2000’e kadar günde 1 dolardan aza yaşayan insan sayısı %18 arttı. Bunlara rağmen ABD Meclisi Birleşik Ekonomi Komitesi Dünya Bankası’nın projelerinde en az %40 başarı olduğunu ilan etti. 1960’ların sonlarında Dünya Bankası, Ekvator’da büyük borçlanma yarattı. 30 yıl süresince yoksulluk %50’den %70’e yükseldi. İşsizlik oranı %15’den %70’e çıktı. Ulusal borç 240 milyon dolardan 16 “milyar” dolara yükseldi. Kaynakların paylaşımdan fakirlerin payına düşen miktar %20’den %6’ya düştü. Buna bağlı olarak, 2000 yılı itibariyle, Ekvator ulusal bütçesinin %50’si borçların ödenmesine ayrılmak zorundaydı.
Dünya Bankası’nın aslında ne olduğunu anlamak gerçekten önemlidir, aslen bir ABD bankasıdır ve ABD’yi destekler. ABD karalar üzerindeki veto gücünü elinde tuttuğundan Kapitalizmin en büyük destekçisidir. Peki parayı nereden kazanır? Tahmin ettiğiniz gibi; kısmi rezerv bankacılık sistemi sayesinde havadan elde eder. Yıllık GSYIH’ye göre Dünyanın en iyi 100 ekonomisinin 51 tanesi şirketlerdir ve bu 51 şirketin 47 tanesi ABD tabanlıdır. Walmart, General Motors ve Exxon, Suudi Arabistan, Polonya, Norveç, Güney Afrika, Finlandiya, Endonezya ve daha bir çok ülkeden daha güçlüdür. Koruyucu ticaret kuralları yıkıldı, paralar değişken pazarlarda manipule edildi ve ülke ekonomileri, küresel kapitalizmin elinde yıkıldı. İmparatorluk genişledi.
-Yirmi bir inç küçük ekranınızın önünde ayağa kalkıp, Amerika ve demokrasi hakkında feryat ettiniz! Amerika yok! Demokrasi yok! Sadece IBM, ITT, AT&T, Dupont, Dow, Union Carbine ve Exxon var. Günümüz dünyasının ulusları bunlardır. Ruslar, Meclislerinde ne konuşuyorlar sanıyorsun? Karl Marx mı? Onlar da tıpkı bizler gibi program tablolarını çıkarıyor, teoriler geliştiriyor, çözümler geliştiriyor, ticari işlerinin ve yatırımlarının fiyat-maliyet olabilirlikleri üzerinde çalışıyorlar. Artık ulusların ve fikirlerin dünyasında yaşamıyoruz Bay Beale. Dünya, iş dünyasının kanunları ile tanımlanan bir şirketler birliği. Dünya bir iş, Mr. Beale. Dünya bir iştir, Bay Beale. (Network MGM, 1976)
-Bütüne bakarsak, Dünya’ya bütün olarak entegrasyon, özellikle ekonomik küreselleşme kuralları çerçevesinde ve serbest piyasa kapitalizminin efsanevi nitelikleriyledir. Gerçek bir imparatorluk sunar. Çok azı Dünya Bankası, IMF veya Dünya Ticaret Örgütü gibi, uluslararası finans kurumlarının, yapısal anlaşmaları ve şartlarından kaçabilmiştir. Yine de ekonomik küreselleşmenin ne olduğunun anlatmaya yetersiz. Küreselleşmenin gücü böyle iken muhtemelen bizler ilerde entegrasyonu düzensizce de olsa dünyadaki bütün ulusal ekonomilerin tek bir küresel serbest pazar sisteminde birleşmesinde göreceğiz. (Jim Garrision-President, State of the World Forum)
Dünya, yaşamak için gereksindiğimiz kaynaklara hakim olan bir avuç iş adamı tarafından ele geçiriliyor. İhtiyacımız olan kaynakları elde etmek için gereken parayı kontrol ediyorlar. En sonunda insan hayatı yerine finans ve şirket gücü üzerine kurulu dünya tekeli olacak. Eşitsizlik arttıkça, doğal olarak daha fazla insan çaresiz hale geliyor. Sistemi sorgulamaya kalkan birini kontrol altına almak için, yeni bir yol buldular. Terörist’i dünyaya getirdiler.
Terörist
Terörist tabiri hükümete baş kaldıran kişi veya gruplar için uydurulmuştur. Bunu uydurulmuş El Kaide ile karıştırmamak lazım. El Kaide, aslen 1980’lerde ABD tarafından desteklenen Mudjahedeen’in bilgisayar kayıtlarındaki adıdır.
-Gerçek şudur ki: ortada El Kaide denen İslami bir ordu veya grup diye bir şey yoktur. Ve hiçbir istihbarat subayının bu örgütten haberi yoktur. Fakat ortada halkın varlığına inandırıldığı bir propaganda kampanyası vardır. Bu propagandanın arkasındaki ülke ABD’dir. (Pierre Henry Bunel-Eski Fransız Askeri İstihbaratçısı)
2007’de, Savunma Bakanlığı küresel teröre karşı olan savaş için 161.8 milyar dolar aldı. Ulusal anti-terör merkezine göre, 2004’te uluslararası çapta, 2000 kişi terörist eylemler içinde olduğu sanılarak öldürüldü. bu rakamın 70’i Amerikalıydı. Ortalama bir rakam olarak ki kesinlikle daha azdır, bir yılda yer fıstığı alerjisinden ölen insan sayısı, terörist eylemlerden ölenlerin 2 katıdır. Aynı zamanda Amerika’daki başlıca ölüm sebebi kalp-damar hastalıklarıdır, kabaca yılda 450.000 kişi ölmektedir. 2007’de hükümetin bu konuyu araştırmak için tahsis ettiği para ise yaklaşık 3 milyar dolardır. Bu demek oluyor ki ABD hükümeti 2007’de terörü önlemek adına 54 kat daha fazla para harcamıştır. Her yıl kalp-damar hastalıklarından ölenlerin sayısı, terörden ölenlerin sayısına göre 6600 kat fazla olmasına rağmen. Halen, terörizmin adı olarak El Kaide, ABD’nin hareketine karşı herhangi bir eylem olmasın diye bütün haberlerde keyfi olarak kullanılıyor.
Ve efsane giderek büyüyor.
2008 ortalarında ABD Başsavcısı, ABD Meclisi’ne bu fantaziye karşı resmen savaş ilan etmesini teklif etti. Haziran 2008 itibarı ile ABD olası terörist listesinde güncel olarak, 1 milyonun üzerinde insanın olduğundan hiç bahsetmeden. Buna anti-terörizm hareketi dendi ve tabi ki sosyal savunma için hiçbir şey yapılmadı. Ve kurulu düzen adına yapılan her şey, açgözlülük ve hırs temeline dayalı olarak kurulmuş şirketler imparatorluğunun, dünyayı sömüren yayılımcılığını, yurt içinde ve yurt dışındaki, Anti-Amerikan harekete karşı korumak içindir.
Dünyanın gerçek teröristleri gece yarısında karanlıklarda buluşmazlar. Veya bazı vahşi eylemlerden önce “Allahu ekber” diye bağırmazlar. Dünyanın gerçek teröristleri 5000 dolarlık takım elbiseler giyerler ve finans dünyası, hükümet ve iş hayatının en yüksek pozisyonlarında çalışırlar. Öyleyse, ne yapacağız? Daha güçlü ve hızlı olan bu açgözlü bu ahlaksız sistemi durdurmak için ne yapacağız? Irak ve Afganistan’da kıyıma uğrayan milyonlara karşı, acıma ve merhamet duygusu olmayan bu sapkın grubu nasıl durduracağız? Şirketokrasi, enerji kaynaklarını ve uyuşturucu üretimini Wall Street’in karı için kontrol edebilir.
1980’den önce Afganistan’da Dünya’daki uyuşturucunun % 0’ı üretilirken, ABD/CIA Muhahideen’i devirip Sovyet/Afgan savaşını kazandıktan sonra 1986’da, Dünya’daki eroinin %40’ı üretiliyordu. 1988’de pazar ihtiyacının %80’ini üretiyorlardı. Fakat birden beklenmeyen bir şey oldu… Taliban güçlendi ve 2000’de uyuşturucu tarlalarının büyük kısmını imha etti. Üretim %94’lük gerilemeyle 3000 tondan 185 tona düştü. 9 eylül 2001’de, Afganistan’ın tamamen işgal planı başkan Bush’un masasındaydı. 2 gün sonra bahaneleri hazırdı. Bugün ABD’deki uyuşturucunun üreticisi Afganistan’dır. Dünya’daki eronin %90’ını üretiyorlar, hemen hemen her yıl üretim rekoru kırıyorlar.
Madison Bulvarı’nın çıkarları için, fakir toplumlara az parayla çok iş yaptırılan bu kölelik sistemine mahkûm eden, merhametsiz ve açgözlü sistemi nasıl durdururuz? Veya güdebilmek için kurguladıkları çarpıtılmış terör saldırılarını? Veya oluşturdukları sömürülen ve buna göre tasarlanmış sosyal yapıyı? Ya da kendi eksiklerinden korunmak için sistematik olarak, özgürlükleri kısıtlayan ve insan haklarına tecavüz eden sistemi? Sayısız gizli saklı kurumlarla nasıl uğraşabiliriz, Counsil on Foreign Relations, TheTrilateral Commission, Bilderberg Grubu ve diğer demokratik olarak seçilmemiş, kapalı kapılar ardında hayatımızın finansal, sosyal ve çevresel öğelerini kontrol eden dolaplar çeviren gruplar gibi? Cevabı bulabilmek için öncelikle altta yatan nedeni bulmalıyız. Aslında problemin kaynağı bencil, bozguncu ve kar amacına dayalı gruplar değildir. Onlar hastalığın belirtileridir.